Sayfalar

2.3.13

Kelebeğin Rüyası


Resim
Şiirden anlamayanlarla aynı ortamda bulunmayacaksın hemen ortamdan uzaklaşacaksın.. Bu durum şair adamı köreltebilir.
Ben şiirden anlamam.. Kelebeğin Rüyası'na gittikten sonra şiir gibi bir film diyorum ama şiir neydi ki benim için ? "Soğuk ve şehirler arası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan ve beslenme çantasında otlu peynir kokusuydu babam" dan ileri gidemedim ben..Ne var ki 15 sene kadar sonra yine aynı Yılmaz Erdoğan şiire bağladı beni.. 10 gündür devrik cümle filan kuruyor , eş zamanlı melankolik de takılıyorum.
Popüler kültürün doğru kullanımıyla doğru şeye hizmet etmesini seviyorum. Tarih kitaplarında anlatılmayan yakın tarihimiz 45 li yıllar, 68 kuşağı 80  ihtilali konulu dizi ve filmlerin bir dönem apolotik jenerasyon üzerine etkileri  yadsınamazdı. O dönem Deniz Gezmiş ile ilgili kitapların satışında bir patlama  yaşanmıştı sanıyorum şimdi de bu iki hep "genç" kalmış şairin "geç" kalmış ünleri  pekişecek kitap raflarında. Ruhları şaad olsun..Sadece bu nedenle bile takdir edilesi bi iş yapmıştır Yılmaz Erdoğan.


Sinemada filmler galiba şu şekilde de ikiye ayrılıyor. Festival filmleri gişe filmleri gibi.Yahut ticari film,bağımsız film... Bu filmin iki kategoriye de rahatlıkla  girebilir oluşu bu kalitede bir filmin gişe başarısını etkileyecektir.. Başta görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki'nin yaratıcılığı, filmin acıtasyon dozunun iyi tutturulması, hikayenin orantılı hüznü ve tebessümü , yokluk vurgusunun mükemmel  tanımlanması, özellikle ilk sahnedeki maden işçillerinin dramının ve mükellefiyet  kanunu gerçeğinin "göze sokulmadan" farkındalık yaratması, diyaloglardaki şiirsel akıcılık ve tabii ki filmi  beğenir kılmaktaki en önemli etkenlerden biri oyunculuklar diziyi son zamanlarda izlediğim en güzel film yapıyor.

Resim
acıyı çağırma bizde ondan çok var
Resim
unutmak değil ama hatırlamamak mümkün


Resim

bir güzele güzelliğini hatırlatmak isterdim aynalardan evvel


Galadan çıkınca herkesin ağız birliği etmişcesine mikrofanlara söyledikleri bir şeydi Kıvanç Tatlıtuğ'un oyunculuğu.. Bana mikrofan uzatılmadı ama genel izleyici  kategorisinde bana da sorsalardı ben de aynı şeyi söylerdim sanırım. Döktürmüş ....Ve evet  tipi yüzünden ön yargılı davranan kişileri çok feci de mahçup etmiş, yeteneğin azimle ve doğru seçimlerle birleşmesiyle nelere kadir olacağını göstermiştir. Tatlıtuğ'u bundan sonraki  projelerinde bambaşka rollerle seyredebileceğimizi  bilmek mutluluk verici. (kendini çok geliştirdi geyiğine girmeden nice okullu oyunculara taş çıkartıp rüştünü ispat etmiştir diyeyim ben de eksik kalmayayım)

Filmin  etkileyici kareleri çok fazla ama bana en çok dokunan Media ile Rüştü'nün banyo sahnesi , Rüştü'nün annesi ile olan diyalogu (belki de anneyim diye) Muzaffer'in Rüştü'nün mezarına şair yazması , bir oda dolusu daktilo görünceki tatlı sevinci ve  iki şair arkadaşın Media'nın ölümünden sonra odaya kapanıp duvarlara şiir yazması oldu. Galada olmasaydım  muhtemelen böğürerek ağlayabilirdim. Ağlayamadığım için de başım ağrıdı zaten. Filmin başlıca yan etkisi şiir okuma isteği olduğu gibi  kaç gün sonra da özellikle afişleri gördükçe yaşayan hatırası ve ne zaman bitcek bu dedirten  film  etkisi.


Hem Mert Fırat'ın hem de Kıvanç  Tatlıtuğ'un halihazırda süre gelen dizi filmlerindeki karakterlerinden izleri pek de fazla taşımamaları filmin içerisine doğrudan girmemize yardımcı oluyor. ..Mert  Fıratı'n filmin başlarındaki dalgacılığın yerini sonlara doğru ciddiyetin alması (muzip gülüş , endişeli ifade) Kıvanç Tatlıtuğun'un beden dilini  mükemmel  kullanması (tırnak yeme ve düşük omuz) ile iki oyuncuda da sadece şair Muzaffer ve şair Rüştüyü izledik Emre ile Kuzeyi değil ...Yoklukta  şiirle hayatta kalma  mücadelesi, şiiri yaşamın bahanesi yapmak, platonik
aşklar, ölmedikleri için  sevinen değil yaşadıkları için sevinen  adamlar, bir kağıt ve bir sürü  daktilo   bulduğu için mutlu olan ve şiirleri "Varlık" dergisinde çıktığı için sevinçlerin en güzelini gösteren güzel insanlar .. Dönemler değişmiş  ama  insanlar daha mı çok değişmiş? Biz bu kadar seviniyor muyuz? Adları çok da  bilinmeyen  belli ki savaş çocukları oldukları için genç yaşta veremden ölen bu iki şairi , Muzaffer ve Rüştü'yü tanıttıkları ya da  hatırlattıkları  için başta Yılmaz  Erdoğan,Kıvanç Tatlıtuğ ve Mert Fırat övgüyü çok ama çok  hak ediyor. Ödülü de  gişesi de bol olur umarım..

Son söz: Bu adamların hayalleri  okunmaktı.. 70 sene sonra olsa da.. Artık daha çok okunacaklar.

Yeni bir dünya savaşımız oldu. boşver muzaffer senin savaşın sana yeter

-hasta olmasan seni bana vermezlerdi -kötü şeyleri ne de güzel söylüyorsun

kız şiirden anlarsa beni seçer. ama seni seçiyorsa zaten gelmesin


bir şair yaşamıştı zonguldak'ta adı rüştü onur'du. bilseydi hatırlanacağını ölümünden sonra, memnun olurdu
ben salata satayım şair leyla sokağında sen gene koş bez fabrikasındaki tezgahının başına. ölüm içimde ölüm dışımda ölüm talihsiz aşımda ölüm kuru başımda teselli benim gözyaşımda.

 

diyecekler ki arkamdan ben öldükten sonra o, yalnız şiir yazardı ve yağmurlu gecelerde elleri cebinde gezerdi yazık diyecek hatıra defterimi okuyan ne talihsiz adammış imanı gevremiş parasızlıktan






































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder